Bangalore etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bangalore etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Kasım 2012 Pazartesi

Mantalite dediğin..



Oradaki en yakın arkadaşım Nirmala ve ailesi...
Mantalitemiz ve davranışlarımız birbirinden çok farklı olduğu için, Hintlilerle anlaşmak, hele aksanlarını anlayabilmek son derece zordu başlarda benim için. Fakat daha sonra gün geçtikce her şey bir bir kolaylaşmaya başladı. Çünkü burada ki herkesin aslında son derece çocuksu ve masum bir düşünce yapıları olduğunu kavrıyorsunuz. Siz de bugüne kadar size oğretilmiş ve alıştığınız karmaşık konuşmalarınızı ve beden hareketlerinizi minimuma indirgerseniz, onlar da sizi anlamaya başlıyorlar.

Söyledikleri her şey de samimi ve gerçekler
Yalana çok sık rastlamadığınız bir yerdir Hindistan. Eğer şişman bir insansanız bunun yüzünüze kibar olmayan ama masum bir şekilde söyleneceğinden emin olabilirsiniz. Ve bunun arkasında asla kötü bir niyet aramayın, çünkü ne diyorlarsa ima etmeden, yolu dolandırmadan, arkanızdan konuşmadan söylüyorlardır.

Orada 'Habitat For Humanity' organizasyonu için amelelik yaptığımı söylemiştim sanırım. Organizasyon yoksullar için ev inşa ediyor ve biz gönüllüler sayesinde de inşaatları ilerliyor. Yaşadığım en güzel tecrübelerden biriydi, herkese tavsiye ediyorum. Onlar sayesinde Hindistan'ın en ücra köylerine gittim ve en ilginç insanlarıyla tanıştım. Birlikte çok şey paylaştık. Beraber yemek yedik, güldük, sırt sırta yan yana çalıştık ama en çok güldük...  




Yandaki fotoğrafta şantiyede, iskele üstündeyim, çimentoyla dolduruyoruz blokları... Takım liderimiz kızıyor bana, ekibime kötü örnek oluyorum diye... Koruyucu malzemem olmadan oradayım ya... Sıkıysa tak koruyucularını yanındaki yalın ayak, tek gömlek çalışırken...

Utanmaz mısın?




Evlerini yaptığımız ailelerden biri; Phrabu, esi Usha ve 4 cocukları..

Bir kere insan buraya geldikten sonra çok değişiyor. 
Sadece kendimden verdiğim örnekler değil bunlar; orada tanıştığım insanlarla yaptığım sohbetler de bunu gösteriyor. Orada hayata bakış açınız, sorgulamanız, cevaplarınız, insanlara yaklaşımınız, yargılamanız, şefkatiniz, anlayışınız, saygınız, öfkeniz hatta hayatta ki öncelikleriniz bile değişiyor.

Değişmemesi mümkün değil ki.


Ama bu ille de aydınlanmanızı gerektirmiyor tabi ki...

Hani bazı insanlar vardır, Hindistan'a gelip bir kaç ay geçirdikten sonra kendilerini hayatı çözmüş ve bütün sorulara cevap bulmuş insanlar olarak kabul ederler... Tanrısal ışığı görmüşlerdir güya... Tanrının elinin onlara dokunduğunu ve o andan itibaren hayatlarının amacını anladıklarını, aydıklarını, neden dünyaya geldiklerinden emin olduklarını söylerler...
Çoğu  yoga ve meditasyon uzmanı, hayat gurusu olup Hindistan'a gidemeyen ve aymayan insanlara verdikleri kurslarla yol göstermeye başlarlar... :)

Ben öyle de olamadım...




Kaldığım ilk bir ay içinde, şahit olduklarımın karşısında çok etkilendiğimi ve arkadaşlarıma artık havaydı, trafikti, ilişkilerdi, yok klima çalışmıyordu, yok faturalardı, yok biri birine şöyle demişti gibi hiç bir konu hakkında şikayet duymak istemediğimi ve bunların artık beni ilgilendirmediğini özellikle belirttiğimi anlatan uzun bir mail attığımı hatırlıyorum.

Eğer daha çok ruhsal gelişmeye inanan insanlardansanız, Hindistan'ın ruhunuzu kesinlikle yoğurduğunu, evcilleştirdiğini, sakinleştirdiğini söyleyebilirim. Eğer her şeyden kolaylıkla etkilenen duygusal bir yapınız varsa, oradan etkilenmemeniz ve öğrendiklerinizi hayata geçirmemeniz çok zor. En başlarda elinizde olmadan her şeye isyan ediyorsunuz, hatta mantığınızın bir türlü almadığı sisteme ve sizi delirten yavaşlıklarına bile... Her şeyi düzeltmek istiyorsunuz sanki siz yaratmışsınız gibi. Hatta eğer her şey umduğunuz gibi gitmezse ilk uçakla geri dönüp ülkeden kaçmayı bile düşünüyorsunuz.

Sadece sizden farklı oldukları için.


Ancak kendinizle ve onlarla savaşmaktan vazgeçtiğiniz taktirde, okuduğunuz romandaki tüm karakterler sayfalardan dışarı fırlıyor ve sizi sarmalamaya başlıyorlar. Anlattıkları öykuleri dinleyince farkında bile olmadan onların arasına karışmış ve romanın bir parçası olmuş oluyorsunuz ve sayfaların arasında yasayarak gezmeye başlıyorsunuz; bir sonraki sayfada neler olacağını ne tür bir maceranın sizi beklediğini merak ve hayal ederek.

Kast sisteminin hala geçerli olduğu durumlara ve üst kasta mensup insanların alt kasttakilere son derece kaba davranışlarına şahit olmanıza ve sizin de bundan rahatsızlık duymanıza rağmen, elinizde olmadan bu kültüre, tarihine, geleneklerine, edebiyatına, dinlerine ama en çok insanlarına saygı duymaya başlıyorsunuz.

Eğer öğrenmeye çok açıksanız herkesi olduğu gibi kabul etmeyi de başarabiliyorsunuz.

.........

Başta tabii ki herkes gibi bende zorlandım...


Sağa sola tükürenleri, yanınızda balgam atanları, boğazını ulu orta temizleyenleri, burnunu gözlerinizin içine baka baka karıştıranları, elleriyle akıta akıta yemek yiyenleri, hatta şehrin her yerini umumi tuvalet olarak kullananları... Tabii ki tüm yargılamalarım, tüm bu bahsettiğim şeyleri bizim burada ki hayatımızda görmeye pek alışık olmadığımdan kaynaklanıyordu.
Öyle ya, tarlada çalışan ya da ormanlarda büyüyen biri, akşama kadar bekleyip, köyüne kadar gidip evinin lavabosuna tükürecek ve tuvaletini kullanacak değil ya! Artık şehirde bile yaşıyor olsa fark etmiyor, nede olsa öyle büyümüş, öyle görmüş ve aynı şeyleri yanında taşımış ve uygulamaya devam etmiş.
En başta son derece acımasızca hatta iğrenerek yargılıyorsunuz insanları, kendinize ve size gümüş tepsiyle sunulmuş olağanüstü şartlara bakmadan... Onların yerine kendinizi koymadan...
Sonra yine size öğretilen görgü ve klişeleşmiş nezaket kurallarına ve inceliklere yenik düştüğünüzü fark ederek, aslında böyle bir ortamda büyüseydiniz, sizin de aynı şeyleri yapacağınızın ve hatta tüm bunları normal karşılayacağınızın farkına varıyorsunuz.


Çünkü onların bu halleri aslında son derece normal onların hayatında ve kendi anlayışlarında...

Normal olmayan ve her şeyden devamlı memnuniyetsizlik yaratan bizleriz aslında o durumda.

Herkesin devamlı pislik içinde yaşamalarına şikayet etmek isin en kolay yolu... 

.........

O kadar yoksullar ki.

Madden tabii...

Eğer pislik içinde yaşamalarının sebebinin öyle olmayı seçtiklerinden değil de, olanaksızlıklardan kaynaklandığını kabul ettiğiniz taktirde, sisteminiz oraya daha kolay ayak uyduracaktır ve kabullenmeniz daha kolay bir hale gelecektir.


Mesela, yandaki fotoğraftaki köye içme suyu haftada bir geliyor. Hadi bakalım siz haftada bir sadece içebilmek için kullanabileceğiniz suyla temiz kalın!...

Dediğim gibi her şey adapte olmaya açık olup, kabullenmenizle ilgili...

Bunları kabullenebildiğiniz anda -ki kolay olmadığını belirtmem gerekiyor- buraya uyum sağlayamayacak kimse yok bence...


Burada yaşayanların büyük çoğunluğu kadere inanan ve pozitif insanlar...

İnandıkları Tanrıya ya da Tanrılara kesinlikle karşı çıkmıyorlar, isyan etmiyorlar, öfkelerine yenilmiyorlar. İçinde bulundukları durumu ve koşulları gönülden kabulleniyorlar. Neden yoksul olduklarını sorgulamıyorlar bile, çünkü yoksulluğun Tanrı'dan geldiğine ve karşı çıkılmaması gerektiğine inanıyorlar.

Bu yüzden biraz da tembeller.

Ama yaptığı iş veya taşıdığı yük ne olursa olsun, gülümsemeyen insan göremezsiniz.
Gördüğünüzde ise yapacağınız tek şey gülümsemek; inanın kendisi de hemen size gülümseyerek karşılık verecektir.


Ve buraya ısınmanız o gördüğünüz samimi ve sıcak gülümsemelerden ve anlam taşıyan bakışlardan, onlara karşı hissettiğiniz gerçek duygulardan sonra başlayacaktır.



İste, ondan sonra inanılmaz, müthiş ve masal gibi bir yolculuk bekliyor sizi...
















Sero