15 Mart 2016 Salı

Amerika'da uzun yol yapmak!


Alıntı
Bir kere ne olursa olsun, herkesin mutlaka uzun bir yol tecrübesi geçirmesi lazım… Ben ilk uzun yol tecrübemi benim için kutsal topraklar olan Çamlıhemşin, Rize'ye yapmıştım geçen yıl bu aylarda... Hayatımın en güzel ve zorlu deneyimiydi, o kadar uzun araba kullandıktan sonra Kaçkarlar'a çıkmak :) Ama dediğim gibi, unutulmaz bir serüvendi. Aptal 'yeşil yol' yüzünden lastiğimin patlaması da cabası tabii... Ama herşeye değdi işte... Ondan bir hafta sonra da Amerika'da ikinci en uzun yolumu yaptım.

Tabii ki bu yol eğer arkadaşla olursa ne ala, hele keyifli bir yol arkadaşı tadından yenmez ama bence asıl önemli olan tek başına bu uzun yola çıkman... Bu kendin için yapabileceğin en önemli ve şahane şeylerden biri… Öncelikle kendinle zorunlu olarak geçirdiğin zaman sana çok şey kazandırıyor. 

İster bağıra bağıra şarkı söyle, ister kahkahalarla gül, ister yüzleşemediğin vicdanınla konuş, ister feryat figan ağla... 
Sadece sen kendine şahit oluyorsun... Ve gerçek kendine...
Ve temizleniyorsun da...
İddia ediyorum; uzun yol yapmak insanı temizleyen bir şey! 



HAYAT MEMAT ARAÇLAR
Yanına mutlaka ama mutlaka alman gerekenler; -hayati önem taşıyan unsurlardan bahsediyorum tabii-
-Google map / Navigasyon aleti
-İyi bir müzik arşivi
-Çöp torbası
- Ekstra rahat ayakkabı (ayakların bir müddet sonra farklı bir kalıp istiyor) ve yedek tişört (arabada bir şey yerken ya da içerken üstüne dökmemeyi beceriyorsan ne ala, gerek yok)
- Güneş gözlüğü
-Islak mendil

BİLMEN GEREKENLER
-Başta km ile milleri karıştırıp duruyorsun, alışmakta zorlanıyorsun ama bir kaç gün sonra hesaplamadan mille konuşmaya başlıyorsun. İnsanoğlu işte, herşeye alışıyor. Benim rotam da North Carolina'dan Kentucky'e doğru; en yakın arkadaşlarımdan birini görmeye gidiyorum. 


Raleigh NC - Lexington KY arası tam 489.9 mil... 1 mil =  1.609344 kilometre olduğuna göre siz hesaplayın. Yani, benzinciye girdin çıktın, tuvalete yemeye ihtiyaca durdun, kısaca toplam 1000 mil... 1600 km...

-Bir kere ne olursa olsun emniyet kemerin bağlı olacak; bunu asla affetmiyorlar. Eğer şehir içinden geçiyorsan ve her sokak başında dur levhasını görürsen mutlaka dur! Bu dur levhası buradaki gibi yavaşlayıp geçebilirsin anlamına gelmiyor. Kesinlikle durman gerekiyor. Etrafında kimse olmasa bile... Diyelim ki etrafta ne kamera ne de insan yok, nasıl olsa kimse görmez diye yavaşlayıp geçtin ama bil ki etraftaki evlerde oturanlardan biri gördüğünde hemen ihbar ediyor seni...
Kısaca kurallara uymama lüksün yok canım! İstiyorsan bir dene, bana da haber ver sonra :)

-Öyle bir sistem var ki tıkır tıkır işliyor; yanlış yola mı girdin, hemen ileride telafisi var. Benzin bitecek diye mi kaygılanıyorsun? 5 milde bir benzin/yemek istasyonları var. Uykun mu geldi? Arabanı park edebileceğin dinlenme cepleri var.
Dönüşü mü kaçırdın? Gerçi bu mümkün değil, 10 yaşında bir çocuğa anlatır gibi anlatmışlar dönüşleri; yani kaybolma riskin sıfır (tabii navigasyonun da çok önemi var burada) ama ille de kaybolmak istiyorsan, sen bilirsin ama işin harbiden zor... Zaten tüm bunlara rağmen kaybolabiliyorsan, söyleyecek bir şeyim yok!

-Herkes adam gibi kurallara uyduğu için ''biri seni sıkıştırır mı, yoksa dönülmemesi gereken yerden mi döner, bir anda önüne mi çıkar, kıçına mı girer, sellektörle gözlerini mi kör eder, kornayla sinirlerini mi bozar'' korkun yok. Bayağı kolay işin... İki kere korna çalındığını duydum gerçi; ama onlar da kesin ya bizdendi ya da Meksikalıydı :) (Gerçi biri benim yüzümden çalınmıştı... Neyse, uzun hikaye)

-Bizdeki otobanlarda ezilmiş kedi köpek görüyorsun ya, burada daha çok sincap, chipmunk (sincapın ufağı / farenin büyüğü), geyik, tilki görüyorsun. Bir de çok ilginçtir, otoban kenarında ya da yaya geçitlerinde yürüyen simsiyah kargalar görüyorsun... Yanlış duymadın, yürüyen... 








-O kadar çok yemek ve içecek seçenekleri var ki, uzun yolda eşlik etsinler diye bir sürü şey alıyorsun, e arabaya atacağına aldığın çöp torbalarına atıyorsun... İnan o koca çöp torbası doluyor. Eğer yanına almazsan durduğun her yerde çöp kutusu aramak zorunda kalıyorsun ya da arabanda bir müddet sonra adım atacak yer kalmıyor; kalan yiyeceklerden çıkan koku da cabası...

-- Bu ülkede benzin almak dünyanın en kolay işi... Hiç arabanı bırakıp kasaya gitmek zorunda değilsin. Tüm istasyonlarda benzin pompalarının üzerinde kredi kartını kullanabileceğin bir bölüm var. Yanında para olmaması hiç önemli değil. Kredi kartın hayatını kurtarıyor. 



-Yalnız yolculuklarda çok iyi ve fazla müzik seçeneğinin olması hayati önem taşıyor gerçekten... Aklına gelebilecek her müzik türü işe yarıyor ama benim tercihlerim genelde country (annemin deyimiyle köylü müziği), klasik (hele yemyeşil dağların arasından giderken), caz (daha çok blues) ve chill out tarzı Budha Bar serileri (gaza getiriyor)... En keyifli yanı da yalnız olduğun için şarıkılara bağıra bağıra eşlik etmen... Bu yüzden Türkçe repertuar da önemli yer taşıyor. (Benim bayağı iyi bir müzik albümümün olduğunu bu yolculukla fark ettim desem...) Müzik sana zamanı unutturacak bir unsur; öyle ki yola dikkat etmekten ve müzik dinlemekten düşünmeyi bile unutuyorsun. Bazen öyle bir gaza geliyorsun ki normalde hız sınırının 70 mil olduğu yerlerde bir bakmışsın 95'e hatta 100 mile çıkmışsın; hemen toparlanman lazım tabii, buradaki polisler asla affetmiyor hızı. Bir kere durdurdular mı, ne rica minnet ne rüşvet, hiçbir şey işe yaramıyor.
Yalnız müziği kapattın mı da hayatını sorgulamaya ve derin konulara girmeye başlıyorsun... Bence o da iyi bir şey ama fazlası zarar, uzatmaya gerek yok!

-Köprü başlarında RTE (route) ile başlayan ve rakamla devam eden bir takım tabelalar var. Beynim öylesine yıkanmışki ne zaman bu tabelaları görsem bana kötü çağrışımlar yapıyordu.

-EZPass seni paralı yollarda kurtaracak büyük kolaylık... Bizdeki OGS gibi... Ama yoksa da önemli değil, paralı geçişlere daha geniş yerler vermişler; bu arada her geçiş 2 dolar...


-Bizim ülkeyi yeşil zannederken, burada uçsuz bucaksız ve sonsuz yeşilliği görünce fikrim değişti biraz... Hele öyle rengarenk ağaçlar var ki! Sarıdan başlayarak yeşilin, turuncunun, kırmızının, hatta morun tüm tonlarına rastlıyorsun... Patlıcan moru bile var yeminlen... Benim favorim beyaz ve patlıcan morlu ağaçlar... Evet evet, bembeyaz ağaçlardan bahsediyorum...

Alıntı
Alıntı

-Bir yağmur geçişleri var, inanılmaz… Daha 3 saniye evvel kupkuru yolda giderken bir anda bir yağmur bastırıyor, ama öyle bastırma falan değil… Hani su depoları vardır ya bir tonluk; işte o depoyu al, ters çevir ve arabanın üstüne dök! Sen içindeyken ve yol alırken… Neye uğradığını şaşırıyorsun, silecekleri sonuna kadar açsan da göz gözü görmüyor; hele tırlar, kamyonlar daha da ağır vasıtalar yanından vızır vızır geçerken çok tehlikeli bir hale geliyor. Bildiğin 35-40 mile düşüp babaanneler gibi burnunu neredeyse cama yapıştırarak gidiyorsun.

-Eğer 9 saatlik bir yolun varsa, ilk 7 saatin nasıl geçtiğini anlamıyorsun bile ama o son 2 saat var ya! Bitmiyor… İnan bitmiyor… Hele son bir saat tam bir işkence... Tam dönüş yapacağın yola girmek üzeresin, iki mil kalmış, artık çok yaklaştım derken google map bir 35 mil daha ekliyor, zannedersin ömründen 35 yılı çalmış! Tam onu bitiriyorsun; bir 19 mil daha çıkmış, sonra bir 24 daha ve sen git git git git bir bakıyorsun daha bir mil gitmişsin… Sonra başlıyorsun saymaya; 24-23-22.8-21.4-20.2-20.1-20-19.9… Böyle gidiyor… Bitmiyor… Aman dikkat lütfen, kazaların çoğu eve veya varacağın yere bir kaç km kala olurmuş, bu yüzden mümkün olduğu kadar dikkatini iyice yola vermen gerekiyor.

-Gece yolculuğu nerede olursan ol, çok zor. Hele ormanlık veya dağlık bir bölgeden geçeceksen, kapkaranlık bir yolun seni beklediğini bil. Çoğu yolda sadece kendi farların ve diğer arabaların ışıklarından başka aydınlatma yok! Eğer fazla trafiği olmayan bir yerden gidiyorsan, işin daha da zor. Aslında paranoyaya çok müsait bir durum ama dediğim gibi müzik senin en büyük kurtarıcın... 
Eğer çok uykun gelirse (sağa çekip uyuyabilenlerden değilim), ya bağıra bağıra şarkı söyle (nasıl olsa duyan yok), ya kendine bir kaç tokat at (işe yarıyor gerçekten), ya bir istasyonda dur yüzünü yıka ve soğuk havada dışarıda kal, ya da en iyisi morarana kadar nefesini tut… Kalbin birden hızlı atmaya başladığı için, bedenin adrenalin salgılıyor ve kendine geliyorsun. Ben denedim, anında işe yarıyor. Kahvenin bana hiçbir etkisi yok; ilginçtir, daha çok uykumu getiriyor. Ben de yeni öğrendim. Ama nefesimi tuttuğumda, birden kendime geliyorum.

-Son olarak, hep denemişimdir; nedense bir yere gidiş daha uzun sürerken dönüş yolu hep daha kısa... Neden böyle oluyor bilmiyorum; daha mı az mola veriyorsun, yoksa ihtiyaçlarını çoktan karşılamış mı oluyorsun, hiçbir fikrim yok! Ama evine daha hızlı ulaştığın kesin...

Haydi iyi yolculuklar şimdi :)
                                                                                   SeRo