7 Nisan 2011 Perşembe

Inanç ve Kader



Yazıma başlamadan evvel sizlerle paylaşmak istediğim bir konu var; 
maalesef çoğu insan gibi ben de insanları renkleriyle, görünüşleriyle, davranışlarıyla, gelenekleriyle, statüleriyle, inançlarıyla, politik görüşleriyle, tuttukları takımlarıyla hatta aile isimleriyle bile yargılayabiliyor(d)um... 
Neden? 

Bizim gibi düşünmedikleri, davranmadıkları, kuralları prensipleri bize uymadıkları, kısaca bize benzemedikleri için... Bu faşist tarafımı uzun zamandır fena halde törpülemeye çalışıyorum. Çünkü bizi toplumdan ve insanlıktan uzaklaştıran en büyük unsur bu bence... 

Daha çok egomuzun ve bize öğretilen yine klişeleşmiş markalılaşma ve gruplaşmaların bizi yönlendirdiği kesin ama böyle olan herkesi suçlamıyorum; yine de herkesin kendinden ve yaptığı seçimlerden sorumlu olduğunu düşünüyorum. 
Hayattaki yolumuzu kendimiz belirleriz, kısacası karakterimiz aslında bizim kaderimizdir. Kimse benim için kader kurbanı değildir, insanlar ancak kendi yaptıkları seçimlerin kurbanıdır ve bence her şey bir seçimden ibarettir.

İnandığımız tanrının bize sadece bir seçenek sunmuş olduğuna inanmayanlardanım. 

Yürüdüğümüz her yolun sağa sola dönüşleri olduğuna ve en azından herkesin en az iki seçeneği olduğuna inanıyorum. Dön ya da dönme. Yap ya da yapma. Git ya da gitme. Konuş ya da konuşma. Öldür ya da öldürme. Yargıla ya da yargılama. Her şey yaptığımız seçimlerden ibaret ve bu seçimler bizim kaderimizi oluşturuyor. Bu yüzden herkese, her türe, her şeye ve her inanca çok büyük bir saygım var. 

Hindistan'ın inançlarına da işte böyle yaklaşmalıyız. Sadece bizim gibi düşünmüyorlar, davranmıyorlar ve hatta bizim gibi ibadet etmiyorlar diye onları yargılayamayız. Bilip bilmeden, okuyup öğrenmeden, ineklere ve binlerce tanrılara tapındıklarını düşünüp onları küçümseyemeyiz. Çünkü her şeyde olduğu gibi, burada da her şeyin bir sebebi var. Hem de son derece mantıklı bir sebebi... Sadece kendimizden başka hikayeleri de dinlemeyi ve kabul etmeyi de öğrenmeliyiz, o kadar. 

Bunları neden mi anlatıyorum? 

Bugüne kadar bu konuda edindiğim ve şahit olduğum kötü tecrübelerden... İnsanlar hem öğrenmek istiyorlar, hem de kendilerinden olmayanı kabul etmiyorlar. Daha doğrusu insanlar bilmedikleri şeyden korkuyorlar ama öğrenmek için can da atmıyorlar.
Bu yüzden Hindistan'ın en yanlış bilinen yönü olan inançlarını yazmaya karar verdim. Ve bunu seve seve yapıyorum.

Hindistan dinler açısından diğer ülkelerden çok daha renkli bir ülke... Hinduizm’in kendi bile, her biri birbirinden farklı olan milyonlarca tanrısıyla başlı başına rengarenk bir din... Burada muhtemelen adını bile duymadığınız, varlığını bile bilmediğiniz bir sürü değişik inanç sistemiyle karşılaşıyorsunuz. Ülkenin büyük bir çoğunluğu Hindu olmasına rağmen, değişik oranlarda tüm dinlerden insan, mahalle, köy hatta iller ve eyaletletle karşılaşabiliyorsunuz.
Hinduizm dışında Budizm, Hıristiyanlık, İslam, Jainizm, Sikhizm, Zoroastrianizm ve neredeyse yok denecek kadar az Yahudilik Hindistan'ın belli başlı dinlerinden... Lakin bunlar arasında Hinduizm, Budizm ve Jainizm Hindistan felsefesindeki en eski olan dinler... İlginç olan başka gerçeklik ise; Hıristiyanlık ve Yahudilik Avrupa'ya ulaşmadan ilk kez Hindistan'da boy göstermiş olan dinlermiş. Kendimce bunun sebebinin daha çok yüzölçümünün inanılmaz büyüklüğüne, nüfusunun bu kadar kalabalık olmasına ve tabii ki diğer ülkeler tarafından defalarca işgal edilmesinden ileri geldiğini düşünüyorum. 

BUDİZM

Buddha
Buddha aslında Sakya Hanedan'ından gelen Sidartha adında genç bir prenstir. Ülkesinde yaşanan felaket ve sefaletlere dayanamayıp 29 yaşında eşini, çocuklarını ve krallığını ardında bırakarak, aydınlanmak amaçlı yola çıkar. Budizm'ın doğduğu yer ve ana vatanı olan Bodhgaya'da, Nirvana'ya ulaşarak Buddha unvanını aldığında sadece 35 yaşındadır. Nirvana “tam özgürlük” ve Buddha ise “ermiş kişi, aydınlanmış kişi” anlamına gelir. Budizmin temelinde eşitlik, hümanizm ve şefkat yer alır. Şiddetin her türüne karşıdırlar. Hayatın eziyetten ve acı çekmekten ibaret olduğuna ve ancak hayatta bağımlı hale geldiğimiz arzu, nefs ve bağımlılıktan vazgeçtiğimiz taktirde acılardan kurtulup Nirvana'ya ulaşılacağına inanırlar. 






Vipassana meditasyon, bu dinin temsil ettiği en bilinen meditasyon tekniğidir. Budizmin uygulandığı ülkeler haricinde de Hindistan'ın her yerinde bu meditasyonu uygulayabileceğiniz ashram'lar mevcuttur. 3-7 veya 10 günlük katılımlardan oluşan bu meditasyon türünde, katıldığınız süre boyunca sadece kendi halinize bırakılırsınız. Başkalarıyla konuşmanız hatta birbirinizi etkileyecebileceğiniz için göz göze gelmeniz bile yasaktır. Tam bir sessizliğe bürünmeniz ve kendi kendinizle başbaşa kalmanız ve içinize dönmeniz gerekir. Tüm bunları yaparken, çalışmadığınız ve uyumadığınız diğer tüm zamanlarda ise aynı pozisyonda kalarak tüm gün meditasyon yapmanız beklenir. Katılan arkadaşlarımın hepsinin söylediğine göre bu inanılmaz bir hayat tecrübesi olmakla kalmayıp, yeni kendinizi keşfediyormuşsunuz ve hatta büyük bir değişim geçiriyormuşsunuz. Ben sadece başka bir meditasyon türüyle beraber üç gün olanını yaptım ve kesinlikle söylemeliyim ki asla kolay bir şey değil ama kesinlikle tecrübe etmeniz gereken birşey; özellikle kendinizi yeni baştan keşfetmek istiyorsanız.

Bunu denememe rağmen daha henüz kendimi keşfedemedim ama insanlardan ve bu tekniği deneyen bazı arkadaşlarımdan dinlediğim kadarıyla, meditasyon sürecinin sonuna kadar sabrederseniz birer kaşif haline gelme şansınız yüksek. Tabii ki 10 günü geçirdikten sonra "tamam ben Nirvana'ya ulaştım, erdim, aydınlandım ve oldum artık" derseniz yine yanılırsınız, çünkü bu hayatınızın sonuna kadar sadık kalmanız ve uygulamanız gereken bir teknik; özellikle de hayatınızın ve sizin üzerinizdeki olumlu etkilerinin kalıcı olmasını sağlamak istiyorsanız... Hayatınızın sonuna kadar yapın ya da yapmayın, bilin ki o 10 günlük süreç hayatınızın en önemli süreci olacaktır. İyi bir öğrenci olmama rağmen, hayatımda asla iyi bir uygulayıcı olmadığım ve genelde esen rüzgara kapıldığım için, ne 2000 yılında öğrendiğim Transandantal meditasyonu ne de yukarıda bahsettiğim tekniği, olumlu etkilerine rağmen tembelliğimden uygulamıyorum işte... Kesinlikle büyük bir eksiklik...

300 milyon inananı olan Budizm, onlara göre bir dinden çok bir felsefe... Buddha da kesinlikle bir tanrı değil, tanrı olduğunu da iddia etmemiştir o sadece aydınlanmış ulu bilgedir.

Buradaki en büyük Budist topluluğu Dharamsala, Ladakh, Sikkim, Bodhgaya ve Himalaya bölgelerinde yaşıyor. Ve asırlar öncesinden gelen gelenekleri değiştirmeden aynı şekilde devam ettiriyorlar.



JAİNİZM

Buddha ile aynı dönemde yaşamış ve yine aynı dönemde ‘Mahavira' tarafından kurulmuştur. 

Dinin sembolü
Mahavira'nın kendisi Sanskritçe'de, “büyük kazanan”, “üstesinden gelen” anlamına gelen ‘jina' adıyla anılmış ve daha sonra bu din Mahavira'dan sonra Jainizm adını almıştır. Hinduizm ve Budizm'e benzer şiddet içermeyen bir çok öge barındırıyor, zaten şiddet karşıtı olmak Jainizm'in temelinde yatan bir unsur. Sadece hayvanların değil, bitkilerin bile öldürülmesine karşıdırlar. Bu yüzden çoğu bitkiyi yemezler ve bundan dolayı çok özel bir beslenmeleri vardır. 

Jainizm yıldızı
Buddha gibi Mahavira'da bu dinin ilk peygamberi değildir. Her iki din de Hinduizm gibi reenkarnasyona inanır.
İki Jain felsefesi vardır; 
Shvetember ve Digamber...

Shvetember'ler sadece erkeklerden oluşur, Mahavira gibi kıyafet giymezler ve tapınaklarından dışarı çıkm
azlar. Tamamen çıplak doğup, çıplak ölmeye inanırlar. Ben bu felsefeye inanan ve kendi tapınaklarında yaşayan insanların sadece fotoğraflarını gördüm, çünkü inanan değilseniz sizi tapınaklarına pek sokmuyorlar; ki bence bunda fayda var, çünkü bazıları çok yaşlı kişileri çıplak görmeyi kaldıramayabilir. Digamber'ler ise sadece beyaz kıyafet giyiyorlar ve aralarında kadınlar da mevcut... 
Hindistan'ın hemen her yerinde bu dine mensup takipçilerini görebilirsiniz.

SİKHİZM–Sihizm


Sihk'lerin çift kılıçlı sembolü
Diğerlerinden daha genç bir din olduğu için ancak 18 milyon takipçisi var. Sikh erkekleri saçlarını uzatır ve sakallarını hiç kesmezler. Saçlarını örtükleri ilginç bir türbanları vardır ve bu türbandan dolayı diğerlerinden ayrılıp tanınırlar. Bu dinin kurucusu Pakistan'in Punjab bölgesinde doğan ve Hintli bir aileden gelen “Nanak“ isimli bir Guru'dur. “Guru”nun anlamı özetle “öğretmen” demek... O devirlerde öğreten ve vaaz veren kişilere Guru denmiş ve günümüzde de hala aynı anlamda kullanılmaya devam ediyor.

Altın tapınak
Bazıları Guru Nanak Dev'in iki dinin en iyi taraflarını alıp bu dini yarattığını söyler. Bunlar İslam'ın tek ve görünmez tanrısı ile Hinduizm'in Karma ve reenkarnasyona olan inancıdır. Bu hayattaki davranışlarımızın diğer hayattaki kaderimizi etkileyeceğine ve yönlendireceğine inanırlar. Onlar da Hindu'lar gibi ölülerini yakarlar fakat onlar gibi dul kalan kadınların erkekleriyle birlikte yakılmasına inanmazlar. Buradaki Kast sistemini de yok sayarlar. Onların gözünde rengi, dili, dini ne olursa olsun herkes eşittir. Bu yönleriyle biraz da Sufizm'den etkilendiklerini düşünebiliriz. Hintliler gibi doğaüstü varlıklara inanmadıkları için hiçbirşeyden korkmazlar. Onları herkesten ayıran beş özellik vardır; Hiç kesmedikleri saçları, tarakları, kılıç ya da hançerleri, sağ bileklerine taktıkları bilezikleri ve şortları... Klasik bir Sikh, kıyafetiyle birlikte mutlaka bir kılıç taşır. Amritsar, Sikh'ların en çok yaşadığı ve en tanınmış ibadet yerleri olan “Altın tapınak”ın da bulunduğu bölgedir.

Dinin sembolü
ZOROASTRİANİZM İran'da orataya çıkmasına rağmen, bilinen en eski dinlerden biri olma özelliğine sahip olduğu için antik Yunanlılar tarafından da bilinmekteydi. Hatta ilk tek tanrılı din olduğu da söylentiler arasında... Karanlığın (kötünün) ve ışığın (iyinin) devamlı bir savaş halinde olduğuna inanırlar. İyi düşünen, iyi davranan ve iyi konuşan kişiler önünde sonunda ve mutlaka kazanırlar. Parsiler tarafından uygulanan bu din için hava, ateş, toprak ve su en önemli dört elementtir. Bu yüzden ölülerini yakmazlar; özellikle bu amaç için inşaa edilmiş özel kulelere yerleştirip, akbaba, kargalar veya vahşi hayvanlar tarafından yenmesini beklerler. Defin yeri kadın, erkek ve çocuk olarak üç bölümden oluşur ve ölülerin bedeni gagalanmaya müsait olarak açık ve çıplak olarak yerleştirilir. Kendi mezhepleri dışından kimseyi almadıkları gibi, kimseyi de vermezler. Din değişimine asla inanmaz ve buna müsaade etmezler.

Tower Of Silence

Bu dinin takipçileri daha çok Mumbai'de yaşar. Ölülerini defnettikleri kule olan “Tower of Silence” ise Mumbai'nin kesinlikle görülmesi gereken turistik yerlerinden biridir...








Bitti sanıyorsunuz di mi ama devamı haftaya :)

Sero