İnsanlar, giysileri, konustuklari dil, aksanları, mimikleri, gelenekleri, dinleri, tapınakları, tanrıları, renkleri, yemekleri, kokuları...
Hatta şehrin kendi kokusu bile...
Hatta şehrin kendi kokusu bile...
Oldum olası burnum en kuvvetli organlarımdan biri olmuştur. Neredeyse alamayacağım koku yoktur. İlk kez girdiğim bir yerin ilk kokusunu alırım ben.
İnsanların da öyle.
Kucaklaşmayı bırakın, el tokalaştığım kişilerin bile kokusu gelir burnuma. Bir erkekten yada taşınacağım bir evden sadece bu yüzden bile vazgeçtiğim olmuştur. Kötü ve ağır kokulara katlanamıyorum işte. Ama güzel bir koku da beni aşık edebilecek kuvvettedir, o ayrı.
Sırf kokusu yüzünden uzun süre birinin peşinden gittiğimi bile bilirim.
Büyüdür benim için koku...
Çarpar, alır götürür beni...
Bu yüzden en sevdiğim romanlardan biridir Patrick Süskind'in "Parfüm" romanı (filmi de yapılmıştı ama kitabın yeri başkadır). Kitabın ana kahramanı Jean-Baptiste Grenouille karakterine neredeyse aşık olmuştum ( tamam kabul, herkesin garip bir tarafı vardır, küçüklüğümden beri garip adamlara aşık olurum hep ama ben daha ortaokuldaydım o zamanlar). O kitapta yazar Paris'i ve şehrin kokusunu öyle bir anlatır ki, okuduktan 8 yıl sonra Paris'e ilk gittiğimde şehri avucumun içi gibi biliyordum, neredeyse. Sanki daha evvel orada bulunmuş, sokaklarında gezmiştim. Hatta sırf kitapta önemli bir yeri var diye, Rue Montmartre sokağında bir otelde kalmıştım; sadece o sokağa ait binaları, dükkanları, sokağın dokusunu, mimarisini görebilmek ve kendine ait havasını koklayabilmek için...
İnsanların da öyle.
Kucaklaşmayı bırakın, el tokalaştığım kişilerin bile kokusu gelir burnuma. Bir erkekten yada taşınacağım bir evden sadece bu yüzden bile vazgeçtiğim olmuştur. Kötü ve ağır kokulara katlanamıyorum işte. Ama güzel bir koku da beni aşık edebilecek kuvvettedir, o ayrı.
Sırf kokusu yüzünden uzun süre birinin peşinden gittiğimi bile bilirim.
Büyüdür benim için koku...
Çarpar, alır götürür beni...
Bu yüzden en sevdiğim romanlardan biridir Patrick Süskind'in "Parfüm" romanı (filmi de yapılmıştı ama kitabın yeri başkadır). Kitabın ana kahramanı Jean-Baptiste Grenouille karakterine neredeyse aşık olmuştum ( tamam kabul, herkesin garip bir tarafı vardır, küçüklüğümden beri garip adamlara aşık olurum hep ama ben daha ortaokuldaydım o zamanlar). O kitapta yazar Paris'i ve şehrin kokusunu öyle bir anlatır ki, okuduktan 8 yıl sonra Paris'e ilk gittiğimde şehri avucumun içi gibi biliyordum, neredeyse. Sanki daha evvel orada bulunmuş, sokaklarında gezmiştim. Hatta sırf kitapta önemli bir yeri var diye, Rue Montmartre sokağında bir otelde kalmıştım; sadece o sokağa ait binaları, dükkanları, sokağın dokusunu, mimarisini görebilmek ve kendine ait havasını koklayabilmek için...
Ben her şehrin kendine ait bir kokusu olduğuna inanıyorum.
Mesela İstanbul su ve bulut kokar bence; İzmir'se güneş; Ankara kesinlikle kağıt ve gri; Bursa'nın ise kendine has eski bir kokusu vardır, babaannemin oda kokusuna benzer;
Mardin'in kum koktuğuna yemin edebilirim ama Hindistan'ın neredeyse tüm şehirleri aynı kokuyor:
Baharat
Ama başlarda burnunuzu, benzinizi ve gırtlağınızı yakan, yüzünüzü buruşturan, sonradan damağınızın bile alıştığı yapışkan acı bir baharat kokusu...
Başta yemekleri ilginç geliyor, özellikle de Hint mutfağı seviyorsanız baharatlarına alışmanız kolay oluyor; lakin hergün yiyince artık bir müddet sonra o kokudan ve tatdan uzaklaşmak istiyorsunuz ama bundan kaçamıyorsunuz.
Başta yemekleri ilginç geliyor, özellikle de Hint mutfağı seviyorsanız baharatlarına alışmanız kolay oluyor; lakin hergün yiyince artık bir müddet sonra o kokudan ve tatdan uzaklaşmak istiyorsunuz ama bundan kaçamıyorsunuz.
Zaman geçtikce baharat kokusu yapışkanlığından dolayı o kadar içinize ve teninize işliyor ki, sadece giysilerinizin değil kendinizin de baharat koktuğunu fark ediyorsunuz.
Donunce bu kokunun uzerimden ve giysilerimden cikmasi hayli uzun bir zaman aldi...
Donunce bu kokunun uzerimden ve giysilerimden cikmasi hayli uzun bir zaman aldi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder